İnsanların Mizacı
31 Temmuz 2020İNSANLARIN MÎZÂCI
‘Geleneksel Tıp’ta insanların mîzâcı 4’e ayrılmaktadır.
Bunlar şöyle sıralanır;
1- Safravî (Kuru-Sıcak)
2- Demevî (Nemli- Sıcak)
3- Balgamî (Nemli- Soğuk)
4- Sevdâvî (Kuru-Soğuk)
Bu ayırımda 4 ana hıltın hangisi miktar ve kuvvet olarak diğerlerine baskın ise; kişinin mîzâcı da ‘o hıltın isimlendirildiği mizaç’ olur.
HASTALIK NASIL OLUŞUR?
Hastalıklar; kişinin ana mîzâcının, ‘millet ayırımı, coğrâfî yapı, iklim, beslenme ve çalışma ortamı’ gibi nedenler sonucunda bozulması ile oluşur.
Örneğin; balgamî mîzâca sahip bir kişide ‘balgam hıltı’ diğer hıltlara hâkimdir ve bu kişinin mîzâcı, balgamî mîzaç olması nedeniyle ‘Nemli-Soğuk’tur.
Bu kişi yine kendi mîzâcı gibi nemli-soğuk bir bölgeye gider ve ‘nemli-soğuk gıdalar’ ile beslenirse; bu kişideki nem ve soğukluk çok fazla artacağından, birçok sağlık problemi açığa çıkmaya başlayacaktır.
Bu durumda kişinin yapacağı ilk şey; bulunduğu bölgeye göre beslenme şeklini değiştirmesi ve mîzâcına zıt olan ‘kuru-sıcak mîzaçlı gıdalar’ ile mîzacını dengelemesidir.
Aksi takdirde yoğun nem, bedeni etkiler! Öncelikle balgamî mîzâca sahip olan sinirlerin beyin, akciğer ve bağırsaklar gibi organları aşırı nem nedeniyle, hemen hemen tüm organları da aşırı soğuma oluşması dolayısıyla yavaşlatarak sindirimi düşürmesi sonucunda; yorgunluk, vücut ağrısı, kilo alma gibi birçok problem oluşacak ve hayat kalitesi düşecektir.
Yukarıdaki ifadelerde; insan mîzâcı tespit edilirken millet ayırımı, coğrâfî yapı, beslenme ve çalışma ortamı gibi değişken olguların etken olduğunu belirtmiştik.
Bu durumda yine yukarıdaki açıklamalara göre balgamî mîzaçlı bir kişinin durumunu değerlendirdiğimizde; kişide oluşan anormal mîzâcın dengeye getirilmesi için, hem kişinin mîzâcına hem de bulunduğu bölgenin mîzâcına göre ayrı ayrı beslenme programları ve tedaviler oluşturulması gerekmektedir.
Örneğin; geleneksel tıpta, Diyarbakır’da yaşayan bir romatizma hastası ile Samsun’da yaşayan bir romatizma hastasına hazırlanan terkipler ve beslenme programları aynı değildir.
Başka bir ifade ile anlatacak olur isek; geleneksel tıp, insan vücudunda bulunan ana sıvıları, yani hıltları, olması gereken dengede tutma ve bu dengeyi sağlayarak hastalık oluşturmaya neden olacak ortamları ortadan kaldırmayı hedefler!
Bu anlamda yapılan çalışmalarda da bilim adamlarının şu tartışmaları, aslında durumu çok net bir şekilde gözler önüne sermektedir…
Bilindiği üzere modern tıp, ‘hastalıkların sonucuna hükmetme ve vücuttaki mikropları öldürerek hastalığı yok etme’ felsefesi üzerine kurulmuştur.
Nitekim bu felsefeyi ortaya koyan ünlü bilim adamı Pasteur, hasta yatağında “Claud Bernard haklıymış!” sözleri ile hatalı bir bakış açısı olduğunu itiraf etmiş; ancak o dönemde dedikleri dikkate alınmamıştır.
Zira Bernard, ‘mikropları öldürme’ perspektifinden değil, ‘mikrobun oluşabileceği şartları/ortamı ortadan kaldırma’ perspektifinden yaklaşmaktadır konuya! Ve bu bütüncül paradigma o dönem görmezden gelinmiştir. Çünkü o dönem, aşı sektörünün doğduğu ve geliştiği bir dönemdir.
Claud Bernard adlı ünlü bir bilim adamı, ‘hastalık yapan şeyin mikroplar olmadığını’ söylemiş; asıl sebebin, ‘mikropların yaşamasına uygun ortamlar’ın olduğunu iddia etmiştir.
Ayrıca bu ortamları yok edersek mikropların da barınamayacağını ve hastalıkların oluşmayacağını söyleyip, herkesin önünde bir bardak kolera mikrobunu içmiştir.
Örneğin çevremizi gözlemlediğimizde, çoğu zaman bataklığın olduğu bölgelerde kurbağaların ürediğine şâhit oluruz. Kurbağalar o bölgeden ne kadar uzaklaştırılırsa uzaklaştırılsın ya da öldürülsün; tekrar üremeye devam ederler.
Ancak ‘bataklığı kurutmak’ veya ‘bataklığa dönüşmeye yüz tutmuş bir gölü temizlemek’ gibi bir çözüm ürettiğinizde; kurbağaların yaşayabileceği ortamı ortadan kaldırdığınız için kurbağalar o ortamı kendiliğinden terk edecektir veya ortam onların beslenebileceği bir ortam olamayacağı için o bölgede nesilleri, kendiliğinden yok olacaktır. Ve doğal olarak o ortam da, sizlerin istediği nesillerin yetiştiği bir alan olacaktır.
Doğu Türkistan’da çocukların mîzaçları 3 yaşından îtibâren tespit edilmekte ve beslenmeleri de mîzaçlarına uygun bir şekilde ebeveynleri tarafından yapılmaktadır. 3 yaşından önceki dönemde çocuğa uygulanan beslenmenin, kendi mîzâcını bilen anne ve babanın mîzâcına göre belirlenip beslenmesi sağlanmaktadır. Ve aileler, basit rahatsızlıklarda çocuklarının mîzaçlarına göre neler uygulanması gerektiği konusunda bilinçlidirler.
Çin, 1950 ile 1970 yılları arasında ülke genelinde geleneksel tıbbı yasaklamış; ancak 1970 yılında, artan hastalıkların tedavi edilememesi ve yeni hastalıkların ortaya çıkması sonucunda tekrar geleneksel tıp hekimlerinin üstatlarını toplayarak, üniversitelerde kürsüler açıp bu tıbbın hayat bulmasını sağlamıştır.
Çin’in bu uygulamaya geçmesinin sebeplerinden biri; devlet politikası olarak her zaman bir sisteme karşı zıt bir sistemi uygulamaya koyma prensibi ile alakalıdır. Bu prensip sayesinde sistemler dengede tutulmakta ve bu sistemlerin diğer tüm sistemlere hâkim olması engellenmektedir.
Çin’in ‘Geleneksel Tıp Sistemi’ni yasakladığı o süreç içinde modern tıbbın avantaj ve dezavantajları tespit edilmiş; kimyasal ilaçlar ile tedavinin sadece sonuca yönelik olduğu ve anlık/geçici rahatlamalar sağladığı görülmüştür.
Çin, geleneksel tıbbın bakış açısı ile ‘sebep-sonuç ilişkisi’ni ele alıp incelemiş; “Hastalıklara neden olduğu düşünülen sebep’, gerçek hastalık sebebi midir; yoksa bu aslında ‘hastalığın gelişmesi ile ortaya çıkan bir sonuç’ mudur?” sorusuna yanıt aramıştır!
Hastalıklara sebep olan ortamın ortadan kaldırılması durumunda ülkenin millî ekonomisinde kaydedilebilecek gelişimi göz önünde tutmuş ve “hastalığı oluşturan sebebin ortadan kaldırılması” problemine yoğunlaşmıştır.
Bu mesele zaman ve mâliyet olarak ciddî bir yekûn teşkîl etse de, netîcede yapılan masraftan çok daha fazla bir girdinin ülke ekonomisine yansıdığı açıkça gözlemlemiştir.
Çünkü “sebebin ortadan kaldırılması”, “bataklığın tamamıyla kurutulması” anlamına gelmektedir. Sonuca müdâhale ise, yukarıda verdiğimiz örnekte görüldüğü gibi yalnızca ‘kurbağaların toplanması’ anlamına gelmektedir ki; bunun da hem geçici bir çözüm, hem de ülke ekonomisine külfetler getiren bir yük olduğu görülmektedir.
İşte tam da bu görülerden dolayı Çin, çağdaş teknolojinin imkanlarını kullanarak ‘Geleneksel Tıp Sistemleri’nin gelişmesine katkıda bulunmuştur, bulunmaktadır.
Dr. Ecz. Fidan PESEN ÖZDOĞAN